26. BÖLÜM
26. AYRILIK.
Eğer dünyada kimsenin olmadığı bir yer varsa ben oradayım, o kadar yalnızım.
Gece'nin kendi vicdanı ile girdiği o mahkeme salonundaki sessizlik, dile getirdiklerinden hemen sonra başlamıştı. O, bu salona vicdanı ile girmişti ama o da benim vicdanımdaki sorumluluktu. Kendisini sürüklediğim çıkmazı, hiçbir suçum yokmuş gibi anlatamazdı. İkimiz de masum değildik ama o hâlâ benden daha masumken, tüm bu düşmanlığın hedefi olamazdı.
O, bu kadar nefretle baş edemeyecek kadar narindi.
Ben katıydım, duvardım, her şeyin hedefi olabilirdim.
Gece'nin mahkeme salonunda başlattığı o sükunetten sonra ilk tepki arkamızdan geldi ve Nalan anladığım kadarıyla ayağa fırlayarak, "Yalan söylüyor!" diye öfkeyle çığlık attı. "Karmen kurtulmak için suçu başkasına atıyor, bu kızı da bulmuşlar, kesin para vermiş..."
Hâkim, kürsüsüne yeniden vurarak, "Hanımefendi, izin almadan konuşmayın," dedi, bir saygısızlıkla karşılaştığı için. "Duruşma salonundasınız, bir kendinize gelin yahu!"
Kelepçeli ellerimin ikisiyle birlikte Gece'nin buz tutmuş eline dokunurken, dudaklarımın arkasında bir sürü inkâr cümlesi vardı. Gece bunu ne düşünerek yapıyordu? Avukatla nasıl görüşmüştü? Yoksa Noah’la mı? Neden yapıyordu, bunu durdurmam gerekiyordu. Gece doğrudan karşısındaki hâkime bakarken, "Nil Ateş'i siz kaçırmışsanız Karmen Russo neden burada?" dedi hâkim de. "Nasıl bir ilişkiniz var? Hukukunuz nedir?"
Gece, sanki tüm bu sorulara hazırlıksızmış gibi beyazlayan bir yüzle yutkunurken, kafamı iki yana sallamaya başlayarak, "Yalan söylüyor!" diye inkâr ettim gerçeğimizi. "Nil Ateş'i ben kaçırdım, o değil!"
"Hayır!" dedi Gece, dolu dolu titreyen sesiyle. "Nil'i ben kaçırdım, hatta kendisi de bunu doğrulayacaktır!"
Gece'ye kızgın, delirmiş gözlerimle bakarak elini sıktım ama benden tarafa bakmıyordu. Deren'in, avukatının kulağına eğilip fısıldadığını göz ucuyla gördüm ve tekrar karşımdaki hâkime bakınca onun Gece ile benim aramda gözlerini dolaştırdığını gördüm. Kaşlarını çatıyordu. "Karmen Russo, az önce söyleyecek bir şeyin yokken şimdi suçu kendinin işlediğini mi söylüyorsunuz?"
Ben bir daha suçumu kabul etmek üzereyken avukatım, "Sayın hâkim," diyerek usulen söze girdi. "Gördüğünüz gibi müvekkilim Karmen Russo, oldukça dengesiz tavırlar içindedir. Önünüzdeki belgelerle kanıtlandığı ve karşınızda gösterdiği tavırlardan anlaşıldığı gibi ruh hali sağlığını koruyamayacak durumdadır. Sizden, davanın ertelenmesini ve bu süreçte müvekkilimin tedavi altına alınmasını talep ediyorum."
Hâkim bir daha intihar ettiğimin tutulduğu rapora, sonra bana bakıp, "Talebiniz alınmıştır," dedi.
Bu sefer diğer avukat, "İtirazım var sayın hâkim," diyerek kibar bir sesle konuşarak ayağa kalktı. "İşlediği suça, kurulan planın titizliğine bakılırsa Karmen Russo gayet sağlıklıdır. Ayrıca emniyet müdürlüğüne gelip yalancı ifade veren ve dolayısıyla Nil Ateş'i kaçıran da odur. Bu ifade belgelerle sabittir. Dolayısıyla Gece Üstün'ün suçu kabulleniyor olması tamamıyla aldatmacadır."
"Suçu, müvekkilim Karmen Russo işlemediği için ortada onun titizlikle kurduğu bir plan da yoktur," dedi avukatım, karşı tarafın avukatına bakarak. Gözlerimi onun baktığı yere çevirdiğimde üzerimde Deren'in bakışlarını hissettim. Bakışlarını kafamdan aşağıda, bir şey arıyormuş gibi vücudumda dolaştırıyordu. "Tekrarladığım gibi Karmen Russo, kendisini öldürecek kadar sağlıksızdır. İfadelerden başka suçunu kanıtladığı iddia edilen hiçbir şey yoktur. Suçu kanıtlanmamış bir kadının da cezaevine geri dönmek yerine tedavi altına alınması gerektiğini savunuyorum." Hâkime döndü. "Tabii takdir sizindir."
Kalbim, bir dakika sonrasının bile yaşanacaklarını öngöremediği için kuşkulularla, belirsizliklerle doldu ve tenim ısındı. Gece'nin bana döndüğünü hissederken, "Yalancılar," dedi Nalan bir daha, öfke patlamasıyla. "Hâkim, kızım Karmen'i tanıyor, o kaçırdı!"
"Hanımefendi!" diye daha yüksek sesli ikaz etti hâkim. "Bir daha size söz hakkı tanınmadan konuşursanız dışarı çıkartacağım."
Nalan'ın yüksek sesli oflayıp puflamalarını duyup ellerimi önümdeki kürsüye koydum. Dizlerim titriyor, panikten kalp kaslarım delice hareket ediyordu. Hâkim, gözlüklerinin arkasından bizi izlerken, "Ayrıca," diyerek söze girdi Deren'in avukatı. "Deren Bey'in de dinlenmesini talep ediyorum. Kendisi bizzat kızını, Karmen Russo'nun tarif ettiği konumda bulmuştur. Nil Ateş'in babası olarak yaşadığı acı ve kandırılmayı size anlatacaktır. Ayrıca Karmen Russo'nun kızını nasıl kaçırdığını öğrendiğini de."
Gece'nin titredikçe bana değen dirseğine baktım ve her şeyin yanlış gittiğini fark etmek korkularımı büyüttü. Ayakta zor durduğumu saklamak için kürsüye daha sıkı tutunurken, "Buyurun?" dedi Hâkim. "Neye dayanarak Karmen Russo'dan davacısınız?"
Deren, söz hakkı tanındığı için ağırca ayağa kalktı. Baktığımdan değil ama gözlerim tedirginlikle etrafta dolaştığından onun kalkarken elleriyle kürsünün kenarına tutunduğunu görmüştüm. Göğsü, aldığı seri nefeslerle ileriye giderken, "Kendisi... bana itiraf etti," dedi, çok sessiz konuşuyordu. "Suçunu kabul etti."
"Gece Üstün'ü tanıyor musunuz?"
Gece, yanımda daha da kasılıp titrek bir nefes aldığında Deren'in o alışkın olduğum korkunç, deli gözlerini ona çevirdiğini anladım. "Tanımıyorum," derken bile sesinde tehdit vardı.
Tanıyordu, milletvekili korumalarının beni bağladığı o gün çalan telefon ekranımda Gece'nin ismi yazıyordu ve aramayı Deren açmıştı.
"Kızınızın yerini size Karmen Russo mu tarif etti?"
"Evet," diye onayladı. Sesinde, sanki konuya odaklanamıyor gibi bir kopukluk vardı.
"Kızınızı kaçıranın Karmen Russo olduğunu nasıl anladınız?" Hâkim, kişisel bir ilgi duymadan, poker yüz ifadesiyle sorularını aktarıyordu. "Emniyette verdiğiniz ifadede Karmen Russo ile sık sık bir araya geldiğinizi, bu şekilde öğrendiğinizi anlatmışsınız. Kanıt niteliğindeki tek şey, sözlü itirafı mı?"
Deren, bir önceki cevapta kullandığı ses tonuyla, "Evet," dedi. "Aramızda yaşanan... birkaç şeyden sonra, kızımın kendisinde olduğunu anladım."
Bana hâlâ nasıl anladığından söz etmemişti.
Ne kadar merak ediyordum, bir bilseydi...
"Nedir? Bahsedebilir misiniz?"
Deren, o sessizliği cevabıyla doldurmadan önce biraz bekledi. "Bahsedemem," dedi sonra da. "Özel."
Bir keresinde benimle uyuyakalmam için seviştiğini söylemişti. Şimdi de açıklamayacağı bir şey olduğunu, özel olduğunu söylüyordu. Beraber yaşadığımız özel bir şey... seviştiğimiz ve ardından uyuyakaldığım birkaç sefer... Ne oldu, ne?
"İzninizi istiyorum," diyerek ayağa kalktı avukatım, yeniden. "Deren Ateş'in dediği gibi, müvekkilimle ilgili hiçbir kanıt yoktur."
"Avukat Bey, iyi hoş diyorsunuz da müvekkiliniz suçu kabul ediyor," dedi Hâkim, kaşlarını kaldırarak.
"Evet," demek düştü o an bana. "Evet, evet ben yaptım, Gece yapmadı!" Ellerimi kendime doğru vurup deli gibi başımı salladım. "İtiraf ediyorum, suçluyum!"
Herkesin bakışlarını üzerimde hissediyorken, "Müvekkilim çok histerik davranıyor," dedi avukatım. "Tavırlarının normal olmadığını siz de gözlemliyorsunuzdur."
Çıldırarak avukatıma döndüm ve sinirle gülerek, "Kes sesini!" diye bağırdım.
Gece endişeyle kolumdan tutarken, "Kendinize gelin!" diye kızdı hâkim. "Saygısızlık ediyorsunuz!"
"Suçu ben işledim!" diyerek kendime vurdum ellerimi bir daha. Kendime, herkesin bana davranmayı hayal ettiği gibi davranıyordum; acımasızca. "Beni hapse atın, Gece'yi değil!"
"Size, söz almadan konuşmayın diyorum." Hâkim ikaz etti.
Gece neden burada olduğunu bir daha hatırlamış gibi, "Suçlu benim," dedi. "Nil de ifade versin, beni tanıdığını doğrulayacak..."
Daha fazla tahammül edemeyerek Gece'ye döndüm ve ona kızgınlıkla bakarak, "Kes artık!" diye bağırdım. Abilerim beni kurtaracaktı zaten, neden kendini ateşe atıyordu? Gece'yi o vahşi insanların olduğu koğuşa gönderemezdim. "Yalan söylüyorsun! Suçlu benim! Git buradan..." Gece'yi iterek uzaklaştırmaya çalıştım. "Ben sana ne diyorum sen ne yapıyorsun!"
"Kendinize gelin, n'apıyorsunuz?" dedi hâkim, bu taşkınlığıma inanamıyor gibi.
Avukatım, "Rahatsız işte," dedi, yaptıklarımdan memnunmuş gibi.
"Efendim, bunlar bilinçli davranışlardır," dedi Deren'in avukatı. "Bilhassa kendisini hasta göstermesi için kurulan bir tezgâhtır."
"Katılıyorum," diye ekledi Nalan, ben artık yüzleri, sesler zor ayırt etmeye başladığımda.
Tokmağın sesini bir daha duydum ve Gece bana özür dileyen, üzgün gözleriyle bakarken, "Sayın hâkim," dedi avukatım. "Nil Ateş'in sağlık raporu temizdir, gözle görülen ve tespit edilen hiçbir şiddet bulgusuna rastlanmamıştır. Ve hâlâ Karmen Russo'nun Nil Ateş'i kaçırdığına dair kanıt yoktur. Sizden bir daha müvekkilimin tedavisini onaylamanızı talep ediyorum."
Sağlık raporu temiz miydi? Ama Deren yanıma geldiğinde raporun kötü çıktığını söylemiş, öfke kusmuştu. Tekrar sağlık raporu için Nil'i hastaneye mi götürmüştü? Bana... inanıp mı yapmıştı?
Nil'e hiçbir zarar vermediğimi kanıtlamıştım.
Kalbimi hafifleten bu düşünceyle tebessüm ederken, "Nasıl?" dediğini duydum Nalan'ın. "Raporu kötü çıkmıştı. Babam öyle demişti. N'aptınız? Raporlarla mı oynadınız!"
Tüm yalanlarımın ve ihanetimin darbeleri altındaki Deren'e doğru baktım. Gözleri üzerimdeydi ve bu kez nereye baktığından emindi. Kollarıma bakıyordu, her ikisine birden. Neyi düşünüyordu? Sanmıştım ki... Bir daha o kadar uzun süre bakmaya tahammül edemeyeceği biriyim...
Beni görmeye hâlâ tahammülün var mı?
Keşke birbirimize o kadar bile tahammülümüz kalmamış olsaydı. Her şey ne kadar kolay olurdu.
"Hepinizi son kez uyarıyorum." Tokmağın kürsüye çarptığını işaret eden sesten sonra hepimizin bakışları karşıyı buldu. Gerçeğin yüzüme koyduğu gülümsemeyi daha da gerçek olan acılar çekip aldı ve ellerim kürsüye yerleşti. "Pedagog Hanım, sizin ekleyeceğiniz bir şeyler var mı?"
Arkadaki hareketlenmeyi hissedip başımı çevirdim. Önce Nalan’la göz göze geldim. Kollarını asabi bir tavırla göğsünde kavuşturmuş, doğrudan nefret saçıyordu bana. Ayağa kalkan pedagog, "İzin verirseniz," diyerek konuşmaya başladı. "Nil Ateş'in ifadesinde ailenin yanındaydım. Kendisi inkâr ediyor olsa da çocuğun hanımefendiyi tanıdığı açık. Kendisiyle birebir görüşmelerimiz de oldu. Konunun konuşulmasına karşı duruyor, hanımefendinin adını geçirmemeye dikkat ediyor. Aynı şekilde Gece ismini de ondan hiç duymadım."
Avukatının Deren'e eğilip bir şeyler dediğini duydum ama göremesem bile Deren'in sadece bana baktığını hissediyordum. Nasıl hissettiğimi açıklayamasam da o an emindim. Hâkim Hanım durum değerlendirmesi için biraz vakit ayırdıktan sonra, "Adı geçtiğinde hanımefendiye karşı verdiği tepkiler nasıl?" diye sordu.
Başımı önüme eğip Nil’le gülüştüğümüz birkaç anın üzerinden geçtim.
"Henüz güvenilir bir sonuca ulaşacağım kadar belirgin tepkileri olmadı," diye cevap buldu hâkimin sorusu, pedagog tarafından. "Fakat... Şiddete karşı hassasiyeti yok, bu da raporlarda yazıldığı gibi şiddet görmediğini doğruluyor. En belirgin korkusu ailesiyle arasına tekrar mesafelerin girmesi. Kendisinin kötü muamele görmediğini düşünüyorum. Karmen Hanım'a karşı duygular beslediği açık ama bunun korku mu sempatimi olduğunu anlamak için birkaç görüşmeye daha ihtiyacım var."
"Korku tabii ki," dedi Nalan.
Hâkimin gözleri kısa süreli ona uğradıktan sonra önündeki dosyalara düştü. Sayfalarını çevirip baktı. Gece'ye ve kendime karşı hissettiğim öfkeyle avuçlarımı kürsüye vurdum. Gece telaşla bana dönerken, avukatım, "Hiç iyi değil," dedi bir daha, benim için.
"Kes sesini!" diye kükreyerek bir anda ayağa fırladı Deren.
Bir an konuştum ve bana dedi sandım ama kelimelerim hayaliydi.
Avukatım garip garip Deren'e bakarken, "Karşı tarafın da akıl sağlığı pek yerinde değil galiba," dedi.
"Öldüreceğim lan seni!"
Deren kürsünün arkasından öyle bir kuvvet ve hızla ayrılıp avukatın üzerine doğru yürüdü ki, kimse ne olduğunu anlamadı. Sinirlerim bozulmuş şekilde ellerimi saçlarım arasından geçirirken, hâkim kürsüsüne sertçe vurarak bağırdı ve kapı hızla açıldı. Deren, avukatımın oturduğu kürsüye eğilip onu yakalarından tuttuğunda, mübaşirler de Deren'i kavramıştı. Bir polisin de içeriye girdiğini o karışıklıkta gördüm. Deren'in avukatı sertçe kızarken, hâkim Hanım bu terbiyesizlik için bağırıyordu. "Çabuk, çabuk dışarıya çıkartın bu adamı! Derhal!"
"Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı Deren, benim avuçlarım yumruklara dönüşürken. "İntihar falan etmedi, yalan söylüyorsun!"
Kolumu arkama götürerek saklarken kirpiklerim telaşla kırpışmaya başladı.
"Belgeler hâkim’de," dedi avukatım, tasasızca.
Deren elini adamın suratına vuracaktı ki, polis ve mübaşirler onu uzaklaştırıp kapıya doğru sürüklemeye başladı. Yalan söylediğimizi düşünüyordu, bu yüzden öfkeli olmalıydı. Onu tutan birden fazla kişiden kurtulmayı denerken gözleri alev ateşti ve ısı dalgaları ruhuma kadar ulaşıyordu. Gece, Deren’le, öfkesiyle ilk kez tanışmaktan ötürü korkmuş şekilde bana yaklaşırken, polisler onu kapıdan çıkarmayı başardı. Deren hâlâ kafasını omzunun üzerinden arkada tutarak çırpınıyordu. "Yalan! Gerçek değil! Yalan!"
Mübaşirler kapıyı onun arkasından kapatınca, içeriyi bir sessizlik örttü ve akabinde avukatı, "Müvekkilim adına özür dilerim," diyerek ayağa kalktı. "Kendisi, kızını kaybettiği günlerde çok acı yaşadı, sinirleri çok bozuk."
"Sebebi ne olursa olsun mahkemede böyle usulsüzlük mü yapılır?"
Deren'in koridordan taşan bağırma sesini hâlâ duyuyordum.
"Karar verildi, yaz." Hâkim, önündeki dosyaları kapatıp, itiraz için tekrar konuşmaya çalışan avukatı eliyle susturdu. Ve ardından, kâtip hâkimin kararını yazmaya başladı. "Mahkemede gerçekleşen usulsüzlükler ve verilen uyuşmamış ifadeler neticesinde duruşma, 16 Haziran tarihine ertelenmiştir. Duruşma gününe kadar Karmen Russo'nun sağlık kontrolleri için Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde kalmasına, Gece Üstün'e de soruşturma açılmasına karar verilmiştir."
Korku.
O anki duyguma vereceğim isim buydu.
Karina'yı unutma korkusu.
Kalbim'i unutursam nasıl atar ki?
"Hayır!" diye bağırarak gözümde biriken yaşları serbest bıraktım. Gece bana dönüp endişeyle yaklaşırken, birbirine karışmış yüzleri ayırt etmeye çalışarak hâkime baktım. "Hastaneye giremem, hem iyiyim ben! Hastaneye girmek istemiyorum, lütfen bana da ne istediğimi..."
"Karmen," dedi avukatım, üzerindeki cübbesiyle beraber yanımıza gelerek. İki polis memuru da arkasından yürüyordu. Yaklaştığında kulağıma doğru eğilip fısıldadı. "İstediğimiz oldu, karşı çıkma. Bu haberi abinle paylaşacağım, çok sevinecek."
Korkuyla üzerindeki cüppeye yapışarak, "Anlamıyorsun," diye bağırdım ve sonra çaresiz gözlerle Gece'ye baktım. Şaşkınlıktan konuşamıyordu. "Gece, beni hastaneye götürecekler. Orası çok korkunç, biliyorsun. Verdikleri ilaçlarla uyuşuyorum, Karina'mı unutuyor..."
"Karmen," dedi Gece, kafasını iki yana sallayarak. İşaretparmağını dudaklarına yasladı. "Orada daha rahat olacaksın, abinler sana orada daha kolay yardım edecektir. Canım benim, lütfen bunu düşün, korkacak bir şey yok..."
"Haklı," dedi avukat, arkamdaki polislerden vakit isteyip bana gülümseyerek. "Kurtuldun neredeyse, farkında mısın?"
Gözyaşları yüzümü ıslatırken Gece'ye yaklaşıp kollarından tuttum. "Ya ilaçlar? Ne kadar ağır hatırlamıyor musun Gece! Karina'yı unutursam beni nasıl affeder?"
"Unutmayacaksın. Seni öldürseler bile Karina'yı unutamazsın."
"Abilerinden haber bekle." Avukatım geri çekildiğinde polisler koluma girip beni yürümek için zorladılar. Bağırıp ayaklarıma gitmemesi için komut verdim ama polisler güçlüydü ve ileriye doğru zorluyorlardı. Hıçkırarak kafamı sağa sola sallarken gözlerim bir saniye için Nalan'ın gözlerine takıldı. Pedagog ona bir şeyler söylerken acıyan gözleriyle bana bakıyordu. O an Karina'yı aklımdan çıkaramadığım için gururumun ne kadar alçaldığını bile görmüyordu gözlerim.
Mahkeme salonundan bir cümbüşle çıktığımızda dirseklerimi beni tutan polislere vurmaya çalışarak, "Hastaneye gitmek istemiyorum!" diye bağırdım. Attığım her adım yerin metrelerce altına gömülüyordu sanki. "Sizce ben hastaya mı benziyorum!"
Polis bana dönüp geriye giden vücudumu sırtımdan ileriye itti. "Hanımefendi, hâkim kararı verdi, bizim yapabileceğimiz bir şey yok."
Gece ile avukatın arkamdan geldiğini hissederken, koluma giren polisi itmeyi denedim ve kolumdaki acıyla daha fazla ağlamaya başladım. Başımı kaldırıp gözyaşları içinde karşıma bakınca da vücudum bu kez ben istemeden durdu. Deren süratle üzerime yürüyordu, arkasından da iki polis ve avukatı ilerliyordu. Avukatım Emre'nin önüme geçtiğini, Deren'in yüzü kaybolunca fark ettim. Fakat bu uzun sürmedi. Deren önüme geçen avukatı sertçe kenara itince, "Müvekkilimi rahat bırak," dedi avukatım, cüppesini düzelterek. "Hastaneye gidecek, müdahale edemezsiniz artık."
"Karmen'e istediğim zaman müdahale ederim!" diye kükredi yüzü kıpkırmızıyken ve ardındaki polis sadece ismiyle seslenerek, "Deren," diye ikaz etti. "Çok göze battın, tanıdıkların var diye bu kadar rahat hareket edemezsin!"
Deren asabi yüz ifadesiyle bir adımını daha bana atınca karşı karşıya geldik. Gözlerimden düşen yaşlar o kadar fazlaydı ki, ellerim kelepçeli tutulduğu için silemiyordum. Bu yaşlar yüzünden Deren'in yüzü de pürüzlüydü ama buna rağmen ellerinin kelepçeli bileklerime uzandığını gördüm. Sol bileğimi altından tuttuğunda korkumun içindeki cılız merhamet duygusunu sezdim. Kalbime, yalnızca onun yapabileceği şekilde bir şey oldu. Gözlerimin içine bakarak üstümdeki badiyi sıyırdı ve gözlerini pansumanlı koluma indirdi, ben çekmeye çalışsam da bileğimi bırakmadı.
"Bırak," diye fısıldadım bana söylediklerini hatırlayınca.
Kendine çocuğuna bile eziyet olan bir anne...
Gözlerinin, koluma olan bakışını net göremesem de hissettim ve elimin altındaki tutuşu, parmakları titredi. Belki de o ana kadar hâlâ bir oyun, yalan olduğunu düşünüyordu ama pansumanı gördüğünde... Elimi tutuşundaki bırakmak isteyiş parmakları titrediği için miydi? Bana dokunmaktan nefret ettiği için miydi?
"Ölemedim," diye tısladım elimi elinden çekerken. Avuçlarım aşağıya düştüğünde bile hâlâ kolumdaki pansumana bakıyordu. "Affedeceğini söylediğin için ölmeyi denedim ama ölemedim."
Kafasını hızlıca kaldırdı ve kaçınılmaz şekilde gözlerimiz birleşti. Onu ancak, uzanıp gözyaşlarımı silerse net görebilirdim ama yüzüme dokunmak, yeniden kalbine dokunmam kadar imkânsızdı belki de. Dudaklarının aralıklı titreyişini, gözlerini paniklemiş gibi kırpışını izledim ve hiçbir şey demeden gerilemeye başladığında, polisler tekrar müdahale etti. Deren arkasına doğru adımlar atarak geriledi ve biraz uzaklaştıktan sonra tamamıyla arkasını döndü, asker adımlarıyla yürüyerek saniyeler içinde yok oldu.
Her şeye rağmen en çok gitmesini istemediğim...
"Keşke başarılı olsaydın!" diye bağırarak yanımdan geçti Nalan ve Deren'in arkasından ilerledi.
Keşke.
Gece onda nadiren duyduğum bir ses tonuyla, "Siktir git!" diye bağırdı Nalan'a.
Nalan bir an için durup arkasını döndü ve hayretle Gece'ye baktı. Avukatı yanına yaklaşıp yürümesi için Nalan'ı uyarınca da bize siz göreceksiniz, der gibi kafa sallayıp önüne döndü.
"Hakkınızda soruşturma başlatıldı, dikkatli olmalısınız," dedi avukatım, Gece'ye.
Yaman onun buraya gelmesine nasıl müsaade etmişti?
Muhtemelen haberi olmamıştı.
Polisler tekrar yürümem için uğraştığında, bileklerimdeki kelepçeyi öfkeyle çekiştirerek omzumun üzerinden Gece'ye baktım. "Deren peşine düşecek, abime ulaş, sana yardım etsin!"
Hararetle başını salladığında önüme döndüm, beni tutan polislerle asansöre kadar ilerlemek zorunda kaldım. Aşağıya indirilirken vücudum aksıyor, ağlarken başım önüme düşüyordu. En alt kata indiğimizde adliyenin kapısında birikmiş muhabir topluluğunu gördüm. Polisler etrafımda bir çember oluşturarak beni dışarıya çıkardığında, ılık hava saçlarıma değdi ve başım yukarıya kalktı. Polisler muhabirleri geriye iterken, gözüm yalnız bir noktaya takıldı.
Nalan’la Deren gözden uzak bir yerde bağıra çağıra kavga ediyorlardı. Deren o kadar hararetle bağırıyordu ki, gömlek yakalarını çekiştiriyordu.
Cezaevi arabasına doğru yürümeye zorlanırken, gözlerimi onlardan çektim ve bu kez bakış açıma girenlerle şok oldum. Gözlerim ardına dek açıldı. Nil'in, Deren'in arabasının arka kapısından indiğine şahit oldum. İki kulak yapılmış saçları ve pembe eteği uçuşuyordu. Yumuşak güneş ışıkları yüzüne inmişti. Araba kapısını açık bırakıp buraya koşmaya başladığında, onu çok özlediğim için ben de koşmak istedim ama aramızda kalabalık ve polisler vardı.
Hatta bir an için kargaşa önümü kapatınca onu göremedim ama konuşmayı sökememiş sesiyle, "Kaymen!" diye bağırdığında, benimle yanımdaki polisler de o tarafa döndü.
Görüşüm tekrar açıldığında Nil'i ve onun arkasından koşan Utku'yu gördüm. Nil buraya, o da Nil'e koşuyordu. Kamera flaşlarının sesini duyarken, kadrajıma birisi daha girdi ve Nil'e yaklaştığında onun Deren olduğunu anladım. Nil'i, henüz bana ulaşamadan yakalayıp kucağına aldı ve doğrulurken kollarını etrafına sardı.
"Arabanın kapılarını kilitle demiştim!" diye haykırdı Utku'ya.
Utku, Deren'in omzunun üzerinden bana beyazlamış bir yüzle ve dehşetle bakarak, "Kilitliydi," dedi. "Sen gelince açmıştım."
Deren kucağında Nil’le arabaya geri yürürken, "Baba!" Diye bağırdığını duydum onun. "Polis amcalar Kaymen'e n'apıyor?"
Polisler beni daha kuvvetli şekilde cezaevi arabasına çekiştirdiğinde kargaşanın arasında Nil bir daha bakış açımdan çıktı. Deren ona yanıt verdiyse de duyamadım. Bu trajediye, belirsizliğe onun masumiyetini de sürüklediğim için çok huzursuzdum ama görünce... gideceğim cehenneme rağmen iyi hissetmiştim.
Araca yerleştirildiğimde polisler kollarımdan çıktı. Böylelikle ellerimi kaldırıp gözyaşlarımı silebildim ve ikinci kez o aracın camından bakarken yine aynı şeyi gördüm.
Nil ağlayarak ellerini arabaya uzatmışken Deren daha da derin bir acıyla bana bakıyordu.
Ellerime bir öpücük koydum ve Nil hâlâ bana bakıyorken öpücüğü ona üfledim.
Araç hareket ettiğinde bakış açımdan çıktılar ve önüme dönünce bu kez diğer camdan Gece'yle avukatımı gördüm. Gece, ellerini çenesinin altında birleştirmişti. Ağlayarak, endişeyle bakıyordu. Ellerimi cama yaslayıp çaresizliğimi gizleyemeden kafamı iki yana salladığımda dudaklarını hareket ettirdi. Oradan çıkacaksın.
Önüme döndüğümde karşımdaki polisle bakışmak durumunda kaldım. Ellerim bir kez daha yüzümdeki yaşları sildi. Gece'nin ve avukatın dediği gibi kendime gelmeye, akıl sağlığımı korumaya çalışıyordum ama korkularımı önleyemiyordum.
Benim bir tane kızım vardı ve acı içinde ölmüştü. Onu hatırlamazsam ruhu nasıl huzursuz olurdu, düşünemiyordum bile.
Araç hareket halinde ilerledikten bir süre sonra durunca düşüncelerimle savaş halinde aşağıya indim. Polisin birisi kolumdan tutarken diğeri binaya ilerlemişti. Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin tabelasına bakarken benliğim iyice daralıyordu. Aynı hastaneydi, daha önce de, Karina'yı kaybettiğim o günlerde ben bilinçsizken getirmişlerdi buraya. Yeniden buradaydım, polis evrakları birisine gösterirken, iki hemşire binanın merdivenlerinden iniyordu.
Burada tanıdığım birkaç hemşire vardı. Bazılarıyla anlaşabiliyordum, bazılarıyla tam tersi. Bana verdiği ilaçlara itiraz ettiğimde sert davranıyorlardı ve uyuşuk olduğumdan karşı çıkamıyordum. Yaklaşan hemşirelerden birisine baktığımda, onun, buradan ayrılmadan önce tanıştığım son hemşirelerden birisi olduğunu anladım. Çok az görüşmüştük. Bana yaklaşırken onun da gözlerinde bir aşinalık hissettim ve koluma girerken, "Merhaba," dedi. "Seni... Seni tanıyorum."
Dudaklarımda biriken kelimelerden hangisini seçeceğimi bilemediğim için konuşamadım. Hemşireler koluma girdiğinde polis bileklerimdeki kelepçeyi çıkardı ve hastaneye yürürken ayaklarım geri gitmek istedi. Binanın içine girdiğimde önümdeki uzun, beyaz duvarlar korkulu bir rüyammış gibi üzerime geldiler. Kendimi geri çekmeme izin vermeyen hemşire, "Gerçekten doğru hatırlıyorum," dedi, bana bakarak. "Televizyonda seni görüyordum, cezaevine gideceğini sanıyorduk."
Sanki hepsi rüyadan ibaretmiş gibiydi, algılayıp cevap veremiyordum. En üst kata çıktığımızda hemşire benim için kapıyı açtı ve odadan içeriye benimle girerken, "Bu odada kalacaksın," dedi. "Doktor birazdan muayene için gelecek."
Hemşireler çıkmadan önce deli gücüyle koluna yapışıp, "Burada bir hemşire vardı," diye sordum. "Ayşe'ydi ismi, uzun senelerdir çalışıyordu, nerede o?"
Diğer hemşire kapıya ilerlemişken, kolundan tuttuğum genç hemşire, "O izinde canım," dedi. "Birkaç güne döner."
"Yaa," dedim üzülerek. O kadının burada olmasına ihtiyacım vardı. Çünkü... eskiden burada kalırken kaçıp Karina'nın mezarına gitmeme yardımcı oluyordu. Ona, şimdi hatırlayamadığım kadar fazla para veriyordum.
"Evet," diyerek beni, sanki gerçekten hastaymışım ve sakinleşmem gerekiyormuş gibi yatağa oturttu hemşire. "Birazdan doktor gelecek, bir huzursuzluk çıkarma."
Omzuma bir daha dokunup ardına döndü. Beyazlar içindeki kıyafetiyle odadan çıktı. İçimdeki karanlıkla dışımdaki duvarların rengi o kadar zıttı ki, sanki tüm beyazlığı emip yutuyordum. Kapı kapandığında ellerimin altındaki yumuşak çarşafa dokundum ve korkuyla ayağa fırladım. Kendi etrafımda üç tam tur atıp kapıya yaklaştım, sonra tekrar yatağa gidip çarşafı kaldırdım. Ayakkabılarımı bile çıkarmadan çarşafın altına saklandım. Uzun süre orada kalmayı aklıma kazıdım, beni bulamazlarsa belki ilaçları da veremezlerdi.
Ben de Karina'mı unutmazdım.
🎠
Utku Ateş.
Abim ve ben sigarayı kullanma hızımızı ikiye katlamıştık.
O an canım feci derecede bir sigara çıkarıp yakmak istiyordu. Dudaklarımın arasına koyup dumanı üflemem lazımmış gibi hissediyordum. İlk sigaraya başladığımda abimden saklamaya çalışmıştım, onun yanında içmemiştim. Tabii abim, ben sigaraya başladığımın dördüncü gününde fark edip beni neredeyse dövmüştü. Çünkü henüz on üç yaşındaydım, çok kızmıştı, kendi başarısızlığı sanmıştı. Bana iyi bakamadığını, kötü alışkanlıklardan koruyamadığını düşünmüştü. O günden beri abimin yanında sigara içmezdim, yirmi iki yaşıma gelmiş olmama rağmen. Çünkü ona, bana iyi bir abi olmadığını düşündürmekten korkardım.
O an abim yanımda değildi ama Nil yanımdaydı.
Bu yüzden isteğimi bastırıyor, kaşınan dudaklarımı sertçe ısırıyordum.
"Amca, babam ne zaman gelecek?"
Adliye binasının önündeydik. Duruşmanın bitmesini bekliyorduk. Abim, artık hiçbir anını Nil olmadan geçiremediği için bizi de kendisiyle beraber adliyeye getirmişti. İkimiz de arabanın arka koltuğundaydık ama Nil artık sıkılmaya başlamıştı.
Onun küçük parmaklarına bir dizi öpücük koyup, "Az kaldı aşkım," dedim.
"Yüz saattiy böyle söylüyorsun Utku." Suratını düşürdü.
Hiç mi hiç dayanamıyordum Nil'e. Hele de onu böyle uzun süre görmemişken, ona neler olduğunu bilmediğimiz günler geçirmişken... Onun yüzü düşünce benim de mimiklerim mutsuzlukla yer değiştirdi. "Nil, baban gelene kadar sana birkaç şey sorabilir miyim?"
Dalgın şekilde külotlu çorabını göstererek, "Bak," dedi. Dudağının kenarında salyası birikirken gülümsedi. "Babam aynı renk çoyap giydirdi."
Ağzının kenarını silip sırıttım. "Külotlu çorap bu, zaten başka başka giyilmez. Sen de babanı övmek için yer arama."
"Amca ya!" Oyuncu şekilde göğsüme vurup sonra da öptü.
O kadar merhametli bir çocuk ki.
Saçlarını okşayıp, "Bir şey soracağım," dedim, konuyu tekrar merak ettiklerimin etrafında döndürerek. "Geçtiğiniz günlerde Ece'yle beraberken, bir şey demiştin. Karmen seni çağırırsa gideceğini söylemiştin, hatırlıyor musun?"
Bir süre o anı düşünmekle vakit harcadı. Sonra benzeyen tepkilerini ortaya koyup kaçamak şekilde etrafına baktı. Gülümseyip tekrar ayaklarını gösterdi. "Bana çoyap alalım mı?"
Gözlerimi kısıp, "Nil," dedim.
Konuyu değiştirme çabasını fark ettiğimi anladığında yanakları pembeleşti. Dizleri üstüne çıkıp bana yaklaştı ve boynumdaki zincir kolyeyle uğraşmaya başlayıp, "Ama kimseye söyleme amca," dedi. "Annemle babama sakın söyleme!"
Konuşmaya hazır olduğunu hissedip, "Aramızda," dedim hemen.
Kıkırdadı ve ben gülüşüne şefkat beslerken, "Biz Kaymenle arkadaşız," dedi. "Benim dadımdı ama sonra arkadaş olduk. Beraber oyun oynadık, uyuduk... Hatta o bana babamın anlattığı ninniyi söylüyoydu! Bir de sen benim aşkımsın demişti..." utanarak gülümsedi ve sonra elini ağzıma kapattı. "Sakın babama söyleme amca, n'oluy."
Bu kadar içten gelerek söylediği şeyler yalan olamazdı fakat... Karmen gerçekten ona böyle davranmış olabilir miydi? Madem kaçırdı, madem mafya, neden böyle davrandı? "Neden babana söylememi istemiyorsun?" diye sordum bu kez.
"Kaymen öyle dedi amca. Babana, annene söyleme dedi... Acaba seni de söylemiş miydi, hatıylamıyorum." Sanki bir şeye odaklanınca daha iyi anlatıyordu, bu yüzden sürekli kolyemle oynuyordu. "Hem babam yalan söylediğimi görürse beni yine bırakır!" Gözlerini kocaman açıp bana baktı. "Beni bıraksın mı? Ben de sizi özleyip ağlayayım!"
Kafam karışık haldeyken bile kalbime onun ağladığını söylediği kısım dokundu. "Ağladın mı sen?" diye sordum.
"Hıhı. Çok özledim sizi! Geceleyi hep ağladım ama Kaymen getirmedi beni."
Zamanında ağlayan gözlerinin her ikisinden de öptüm. "Niye getirmedi peki?"
"Bilmiyoyum." Omuz silkti. "Haa bir de Yaman, Gece'yi öptü biliyor musun?" Kızmış gibi altdudağını sarkıttı. "Gece de çikolatalarımı yemişti!"
Kafam, bir saniye olduğundan daha da karıştı. Üstüne gitmeden, "Yaman’la Gece kim?" diye sordum.
"Şey..." sanki bu soruya cevap verip vermemek üzerinde düşünüyor gibi bekledi bir süre. "Bir şey sorayım mı amca?"
"Sor tırtılım."
"Karina'ya çiçekli elbise alalım mı?" Ellerini çenesinin altında birleştirip dokunaklı gözleriyle baktı. "Kaymen'e veririz, o da sevinir."
Neler... neler düşünüyordu böyle? Karina ismini ikinci kez söylemişti, elbise Karina'nın mıydı?
"Karina kim? Hiç söylemiyoysun."
"Ya aslında söylemek istiyoyum ama babam kızar diye... Aa, annemle babam geliyor."
Onun konuşurken yarıda kesip baktığı yere göz atınca, abimle Nalan'ın arkalı önlü adliye kapısından çıktığını gördüm. Gazeteciler Nalan'ın etrafını sararken, abim aralıktan süratle çıkıp arabaya doğru yürüdü. Karmen'i hiç görmemiştim, hâlâ da göremiyordum. Demek duruşma bitmişti, Karmen ne cezası almıştı?
Abim arabaya yaklaştığında kapı kilitlerini açtım. Ceketini çıkardı ve camdan içeriye fırlattı. Nil ve ben onu izlerken, ellerini camın üstüne koyarak gözlerini sımsıkı yumdu. Kapıyı hafifçe açarak kafamı çıkarttım, ona baktım. Yüzü terli ve kızarıktı, o kadar öfkeli duruyordu ki, kısa kesim saçlarından duman çıkacaktı sanki. O da sıcaklığının farkındaymış gibi gömlek kollarını dirseklerine kadar sıyırırken, odaksız gözleri benimle birleşti. "N'oldu?" diye sordum endişe duygusuyla. "Duruşma iyi geçmedi mi?"
"O avukatı yedi ceddine kadar sike..." dudaklarını birbirine bastırarak sustu ve gözlerini yanıma kaydırıp Nil'e baktıktan sonra hışımla arkasını döndü. Kendi etrafında bir daire çizerek ellerini saçlarında dolaştırdı, âdeta saç diplerini kazıyarak ensesini kaşıdı. Nil omzuma dokunarak kısık sesle, "N'oldu?" diye sordu. "Babam kızgın galiba."
"Sana kızgın değil Nil'im." Güvende olduğunu hissettirmek için yanağından öptüm.
"Bana kızmasın, vallahi çok üzülüyüm Utku!"
Onun saçlarını okşasam da gözlerimi abimden çekemiyordum. Canını çok sıkan, hatta belki de yakan bir şey olmuştu. Ellerini ensesinden çekip beline iki yandan yasladıktan sonra boşluğa doğru sabitlendi bakışları. Altdudağı titriyordu. "Abi," dedim bir daha. "İyi misin?"
Sorumu duyduğunu hiç düşünmedim, gözlerinin önündeydim ama belli ki aklından geçen ben değildim. Gömleğinin çekiştirilmiş yakasına bakınca bir düğmenin koptuğunu gördüm, üstündeki kıyafetlere bile tahammül edememe sebebini merak ederek, "Deren?" diye seslendim, belki kızar da tepki verir diye.
O esnada Nalan da bakış açıma girdi ve abimi kolundan tutup kendisine çekti. Bu sabah ayrı zamanlarda buraya gelmiştik. Çünkü Nalan’la abim en son Derya yüzünden kavga etmişlerdi. Abim her ne duyduysa, Karmen'i görmeye gittiği o günün devamında Derya'nın kulübüne gitmiş, çıkışta onu arabasıyla ezmişti. Öğrendiğime göre bununla da kalmamış, onu dövmüştü. Derya, Edip Akşın gibi günlerdir hastanedeydi. En son bacağının kırıldığını, sol elindeki sinirleri kaybettiğini öğrenmiştim. Nalan bu yüzden abime öfkeliydi, üstelik babası da abim sebep olmasa da hastanedeydi.
"Neye bu kadar sinirlisin?" dedi Nalan, abimi kendine çevirip onun yüzüne baktıktan sonra. "Üzüldün mü ona? Anlamıyor musun, yine oyun oynuyor, seni manipüle etmeye..."
Abim onun eline uzanıp kolundan çekti ve, "Nil arabada," dedi. "Sesinin tonunu düşür."
Nalan'ın gözleri arabanın içine kaydı, benimle birleştikten sonra yanımda oturan Nil'e el salladı. Nil de doğrulup ona öpücük atınca, Nalan yüzünde koruduğu gülümsemeyle abime dönüp, "Bana, kızımıza rağmen Derya'yı nasıl sevebilirsin diye ahkâm kesmesini biliyorsun," dedi, daha düşük bir sesle. "Ya sen, kızımıza yaptıklarına rağmen hâlâ onu nasıl umursuyorsun?"
"Sana ne?" dedi abim, ellerini iki yana açarak. "Sana ne benim düşüncelerimden? Sana ne benim duygularımdan!"
"Sana ne, diyorsun ama o sürtüğün lafıyla Derya'yı arabanla eziyorsun!" Nalan, sanki abim ona hiç adil davranmıyormuş gibi içten gelen bir öfkeyle konuşuyordu. O nazik bir kadındı, çok nadir zamanlarda böyle görünürdü. "Sen bunu yapabiliyorsan ben de karışabilirim. İntihar etmişse sana ne? Neden avukatı dövüyorsun, davayı riske atıyorsun? Ölsün, gebersin işte!"
İntihardan mı bahsetmişti?
Kim?
Abim yalnız Nalan'a değil, hiçbir şeye tahammül edemiyormuş gibi gömlek yakalarını çekiştirerek, "Sen Karmen ile Derya’yı bir mi tutuyorsun?" diye bu kez kendisi bağırdı. "Sen onunla yaşadıklarını, benim Karmen’le yaşadıklarımla bir mi tutuyorsun! Ben Karmen'i arşa çıkardım, kalbimin tepesine koydum!"
Nalan, duyduklarına inanamamış gibi beyazladı. Sonra da hırçınlaştı. "Doğru, Karmen'in yaptığı alçaklığı Derya ile bir tutamam!"
"Derya'nın da, senin de, Edip'in de, o mafya bozuntularının da... Hepsinin de Allah belasını versin! Bitirdiniz lan beni!" Abim ellerini göğsünden öyle bir hararetle indirdi ki, Nalan çantasını tutarak geriye doğru sendeledi. "Kızımı alıp gideceğim! Bir daha kimseye yüzünü göstermeyeceğim!"
Ben?
Beni?
Nalan kafasını iki yana sallayarak isterik bir iç geçirmeyle, "Bu öfken kimseye değil," dedi. Dudağında alaycı bir gülüş oyalanıyordu. "Karmen'in intihar ettiğini öğrendiğin için öfkelendin, duruşma tarihinin ertelenmiş olmasını bile umursamadın..."
Mideme ağrı saplandı.
Derinimdeki duygular bir acımayla yüzüme yansıdı.
Sözkonusu olan intiharı... Karmen mi gerçekleştirmişti?
Abim titreyerek geriye kaçarken, "Umurumda bile değil," dedi ama sesi solmuştu.
Nasıl intihar etmişti? Yoksa... ölmüş müydü? Burada değil miydi?
"Kaymen!"
O sırada Nil'in bağırdığını duyunca, refleks olarak başımı yanıma çevirdim ve araba kapısının açık olduğunu gördüm. Ancak birkaç saniye sonra kendime gelerek arabanın kapısını açtım ve dışarıda, ileriye doğru koşan Nil'in peşine düştüm. Ben daha ona ulaşamadan da abim onun önüne çıktı ve Nil'i yarı yolda yakalayıp kucağına alarak kalktı. Onu panikle, korku dolu gözleriyle göğsüne yaslayarak, "Araba kapılarını kilitle demiştim!" diye kızdı bağırarak.
"Kilitliydi," dedim geriye sendeleyip. "Sen gelince açtım."
"Baba, polis amcalar Kaymen'e n'apıyor?"
Abim, Nil’le beraber yanıma dönerken onun sorduğu soruyla dumura uğrayıp duraksadı. Nil'in dolu gözleri abimin bakışlarına dalmıştı. Abim bir şey soramadan, diyemeden Nil'e çaresiz kalmış gözlerle bakarken, Nil'in ellerini salladığını gördüm. Yutkunarak ellerini salladığı yere bakınca da cezaevi arabasına bindirilen Karmen'e salladığını gördüm. Abim de oraya bakıyordu.
"Anneciğim n'apıyorsun?" dedi Nalan, onlara yaklaşarak. Cezaevi arabası uzaklaşırken, Nalan Nil'i alarak kucağına yasladı. "Yola atlanır mı öyle? Ben seninle konuşmamış mıydım? Yanında biz yokken, ailen yokken bir şey yapma demedim mi?"
"Kaymen ağlıyordu," dedi Nalan'ın boynuna sarılarak.
"Oyun oynuyoruz," diye yanıt verdi Nalan, onun sırtını aşağı yukarı sıvazlayarak. "Yoksa gerçek mi sandın? Kimseye bir şey olmadı. Sen sakın kendini üzme."
Nil, onun bu söylediklerine inanmamış şekilde kafasını iki yana sallarken, abim ağır adımlarla buraya geldi ve kollarını arabanın tavanına yaslayıp yüzünü de kollarına gömdü. "Özür dilerim," dedim, başına doğru eğilip. Çok hızlı nefes aldığından hıçkırıyormuş gibi geliyordu. "Sizin konuşmanıza dalmıştım, bir anda oldu abi..."
"Onu bir anda kaybettik Utku," dedi abim, aklıma kazımayı istiyormuş gibi. "Bir anda Nil'in başına her şeyin gelebileceğini aklından çıkarma."
Yumruğumu arabanın kenarına bastırarak sertçe yutkundum. "Karmen... İntihara mı kalkışmış? Nasıl... Neden yapmış?"
Soruyu sorduğum an abim arabadan uzaklaştı, arkasını dönüp ellerini yüzünde, saçlarında dolaştırarak Nalan'a ilerledi. Nil'i sırtından yumuşakça tutup kucağına davet ederken, "Babacığım," dedi, en yumuşak sesiyle. "Evimize gidelim mi?"
Nil, Nalan'a çok sıkı sarılıyordu, bu yüzden abim onu zorlamadı. Yeğenim annesinin boynunda iç geçirirken, "Bugün bende kalsın," dedi Nalan, abime. "Hem... Derya da yok işte. Sadece Nil’le ben olacağız. Günlerdir seninle kalıyor, bu hiç adil değil."
"Ben Nil'i yanımdan ayıramadığım için adliyeye kadar getirdim Nalan. Yapamıyorum işte, Nil'den ayrı yerde vakit geçiremiyorum, anla artık." Bu tartışmayı yapmaktan o kadar bezmişti ki, bıkkınlıkla söylüyordu.
Nalan, Nil'e daha kucaklayıcı şekilde sarılarak, "Ama ben de annesiyim," dedi. "Hakkımda nasıl bir anne olduğumu düşünürsen düşün, ben de kızımı senin kadar özledim. Bu yaptığın haksızlık Deren."
"Haksızlık mı? Senin kocan, haftalardır Nil'in kiminle olduğunu bilmesine rağmen hiçbir şey anlatmadı. Yalanlar söyledi." Abimin söylediklerini kulaklarım duyunca ikinci kez şoka girdim. Nasıl? Derya... Biliyor muymuş? "Öyle bir eve Nil'i gönderemem."
"O kadın söyledi diye nasıl inanıyorsun, aklım almıyor..."
İleriye doğru kontrolsüz adımlar attım. "Derya... Biliyor muydu? Nasıl? Karmen mi söyledi? Beraber mi yapmışlar?"
Nalan bana doğru bakarken, Nil de kafasını kaldırıp hepimize sırasıyla baktı. "Derya salak ya!"
Abim irkilip Nil'e yoğunlaştı ve onu bir daha kucağına davet edince, yeğenim abimin kolları arasına girdi. Nalan üzülerek Nil'e bakarken, "Bu konuyu tekrar konuşacağız," dedi abim. "Eğer bu işin altından dahası çıkarsa hiç iyi şeyler olmaz Nalan. Hastaneye değil, mezara sokarım o adamı." Dönüp Nil'e gülümsedi. "Evimize gidelim mi?"
Nil keyifsizce omuzlarını silkince abim sırtını okşayarak onunla döndü, arabaya ilerledi. Nalanla beraber kaldığımızda altdudağımı sertçe ısırarak, "O kocan neler karıştırdı?" diye tısladım, inanamayarak.
Nalan elini omzuma koyarak, "Utku, hayır," diye itiraz etti. "Geçtiğimiz günlerde Derya'nın yerine gitmiş abin, onunla konuşmadan saldırmış, arabasıyla ezmiş, dövmüş... Karmen, güya Derya'nın en başından beri bildiğini söylemiş. Ya Allah aşkına, bu kadar şeyi yapmış kadına nasıl inanabilirsiniz?"
Mantıklı olanın ne olduğuna karar veremediğim için Nalan'a hiçbir şey demeden ardıma döndüm ve arabamıza ilerledim. Kapıyı sertçe açtım ve Nil'in yanına otururken, dilimi dişlerim arasında sertçe sıktım. Abim, ben bindiğim an aracımızı çalıştırdı ve Nil çocuk koltuğunda oturarak camdan dışarıya ellerini salladı. "Yayın gel anne."
Bunu duyduğunda abim kafasını kaldırdı ve dikiz aynasından bakarak, "Nil?" diye seslendi, yalnız ona karşı kullandığı sesiyle. "Bebeğim, annenle mi gitmek istiyorsun?"
Nil bana doğru bir bakış attı. Sanki ne cevap vermesi gerektiğini ben söylemeliymişim gibiydi. "İkinizi de istiyorum," dedi ama bunu istemekten çekinen bir duygu taşıyordu sesinde. "Keşke ikinizle de kalabilsem."
Abim derin bir iç çekip, "Babacığım," dedi. "Yarın anne gelir, beraber vakit geçirirsiniz olur mu? Gece de onunla uyursun istersen?"
Nil pek de keyifli görünmeden başını salladığında, ona yaklaşıp dudaklarımı saçlarının üstüne koydum. Doyasıya öptüm. Çok masum bakıyordu, kimbilir neler düşünüyordu. Bir şeyler daha sormak istiyordum ama çok üstüne gitmekten de korkuyordum.
Eve ulaştığımızda abim araba kapısını çarparak dışarıya çıktı. Nil'i bebek koltuğundan çıkarıp kucağıma aldım. Abim evin anahtarını çıkarırken de yan bahçeye bakarak yürüdüm. Çiçekler, Ece onlara sürekli baktığı için canlı ve güzellerdi.
Eve girdiğimizde abim hemen kapıyı kapatıp arkamızdan kilitledi. Kapıların kilitli, camların kapalı olduğundan emin olmak gibi bir huy geliştirmişti.
"Baba, çişim geldi."
Nil onu koyduğum yerde zıplamaya başlayınca abim hemen eğilip ayakkabılarını çıkardı. Onu kucaklayıp merdiven altındaki lavaboya götürdü ve üzerindeki çorabı çıkarıp içeriye yolladı. "İşin bitince çağır, tamam mı bebeğim?"
"Oluy oluy."
Abim tuvaletin kapısı önünde Nil'i beklemeye başladığında üzerimdeki deri ceketi portmantoya asıp omzumu koridor duvarına yasladım. O sırada abim telefonunu çıkarmaya başlamıştı. Aradığı her kimse, birkaç saniye sonra ona, "Gece Üstün," dedi. "Bana bu kadınla ilgili her şeyi bul. Kendisini takip ettiriyorum, sen hakkında bir şeyler bulduğunda ne yapmam gerektiğine karar vereceğim."
Gece Üstün... Nil'in ağzından kaçırdığı Gece ismi ile alakası olabilir miydi? "O kim?" diye sordum abime. "Neden takip ettiriyorsun?"
"Duruşmaya gelip ifade verdi. Nil'i kendisinin kaçırdığını söyledi."
"Hassiktir... Nasıl?" O an, yüzeysel görünen her şeyin altını kazıma isteğiyle doldum. "Nil arabadayken Gece diye birisinden bahsetti, aynı kişi mi?"
Abim birkaç saniye tepki vermeden suratıma baktı. "Bu ismi mi geçirdi?"
"Evet abi." Tuvalet kapısının açıldığını duydum. "Bir de Yaman isimli birisini söyle..."
"Amca!" Nil'in bağrışını duyunca abimle aynı anda aşağıya baktık. Tuvaletten çıkmış, kızgınca bana bakıyordu. "Hani babama söylemeyecektin! Kandıydın beni! Küstüm!"
Islak elleriyle karnıma vurdu ve arkasını dönüp koşmaya başladı. Abim bir süre ona, sonra bana bakıp sertçe yutkundu. Elleri saçlarının arasından iki kez geçtikten sonra, "O şerefsiz," dedi. "Yaman, o şerefsiz."
"Hangisi?" diye sordum ama abim cevap vermeden yanımdan geçti, Nil'in ardından üst kata çıktı. Bir adımda üç basamağı birden çıkıyordu. Arkasından ilerledim ve o Nil'in odasına girip yatakta ağlayan yeğenime yaklaşırken kapının önünde kalıp onlara baktım. Abim yatağın önünde eğilerek yeğenimin saçlarına dokundu ve sessizce, "Seni kıracak bir şey mi yaptık?" diye sordu.
"Amcama söyleme demiştim, sana söyledi," dedi, sanki gerçekten canını yakmışım gibi hıçkırarak ağlıyordu.
Onun sağlığı ve olayların çözüme kavuşması için elbette abimle paylaşmalıydım. Tabii duymasını istemezdim ama... "Kızım," dedi abim, yorgunlukla. "Amcana söyleyip bana söylemediğin neyin olabilir? Bana neden söylemiyorsun?"
"Çünkü kızaysın!"
Abim hemen, "Asla," dedi. "Ben sana sesimi bile yükseltemem ki, ben sana kaşlarımı bile çatamam babacığım. Ben, senin yüzün düştüğünde bile dünyayı yakıp yıkmak istiyorum."
Nil başını yastığından kaldırıp ıslak gözleriyle, kızarmış suratıyla babasına bakarken, onu bu kadar üzdüğüm için çok rahatsız hissettim. Burnunu çekerek, "Ama herkes başka biy şey söylüyor baba," dedi huzursuzca. "Kafam karışıyor artık!"
Nil bunları yaşadığı için abimin yüzündeki duygusal sarsıntıyı gördüm. "Nil'im sen bana neyi söylemeyi istiyorsan onu söyle, ben seni zorlamam. Sadece... üzgün olmadığından, canının yanmadığından emin olmaya çalışıyorum. Çünkü ben seni çok çok seviyorum."
Nil yataktan tamamıyla doğrulup bağdaş kurdu ve abim eğilip onu dizlerinden öptü. "Ben de seni çok seviyoyum baba. Beni bırakmayacaksın değil mi?"
Abim, "Sen beni bırakabilir misin?" diye sordu.
"Saçmalama istersen baba!" Nil kaşlarını çatınca dudağımda bir gülüş oyalandı.
"O zaman ben seni nasıl bırakırım yavrum?" Abim onun yüzünü tutup yaşların indiği yanaklarından öptü. "Ayrıca bana saçmalama dediğin gözümden kaçmadı."
Nil omuz silkip abime yaslandı, bana doğru bakarken küsmüş gibi çenesini dikleştirmişti. Abimin onu sevme şekli çok merhametli olduğu için Nil hiç küs kalamazdı, abim gönlünü almayı hemen başarırdı. "Kızmayacaksan biy şey söyleyeceğim o zaman baba," dedi Nil, çekimser kalarak. "Ama Kaymen'e de söyleme."
Abim, Nil ilk kez istekle Karmen'in adını geçirdiği için açık şekilde irkilip biraz geriye çekildi. Nil'in gözlerine bakarken kararsız kalmış gibi yutkundu. Sonra da, "Söyle aşkım," dedi. "Ne istiyorsan söyle."
"Ben Kaymen'i özledim." Bu cümleyle, abimi ve beni daha derin sorulara doğru sürüklediğinden habersizce iç çekti Nil. Sesindeki üzüntü benim kalbime dokundu ama ya abimin kalbine? "Annemi çok seviyorum ama Kaymen'e vurunca çok üzüldüm baba! Ben yanına gideysem sevinir hem. Kaymen'in yanına gidelim mi?"
🎠
Karmen Russo.
Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde ikinci günüm.
Dünden beri, doktor ve hemşirenin gelmediği her anımı çarşafın altında, yatakla bitişik şekilde geçirmiştim. Hemşire, ilaçlarımı ve yemeğimi vermek için girdiği üç seferde de çarşafı üstümden kaldırıp beni doğrultmuştu. Kendisini itip zor kullandığımda da hasta bakıcıları çağırmış, benimle uğraşmışlardı. İlk seferde verdikleri ilaçları yutmuş gibi yapmıştım, onlar gidince tükürmüştüm ama ikinci ve üçüncü kez o kadar su içirmişleri ki yutmak zorunda kalmıştım.
O dakikadan beri Karina'yı unuturum diye korktuğumdan onunla yaşadıklarımızı düşünüyordum.
Bugün de akşam olmuştu, pencerenin karanlığından görüyordum. Dizlerimi kendime çekmiş, çarşafı da kafama örtmüştüm. O kadar korkuyordum ki sürekli titriyor haldeydim. Koridordan gelen sesler, kapanan kapılar, ilaçların kokusu, Karina'yı kaybettiğim o ilk günler...
Aklım beyaz bir bulut gibiydi.
Ama sorun şu ki, zihnim gece karanlığıydı.
Saatlerdir korkuyla atan kalbimi tutup başımı çarşafın altından biraz çıkardım. Koridordan yansıyan beyaz, soluk ışığı fark edip cama döndüm. Başım o kadar ağrıyordu ki sürekli bir yere yaslamak istiyordum.
Üstelik kolum da acıyordu.
Kolumu düşününce Deren'i hatırladım.
Deren'i hatırlayınca da... Her şeyi hatırladım.
Zonklayan kafamı iki yandan tuttum ve şakaklarıma avuçlarımı bastırdım. O sırada odaya sızan ışığın arttığını fark ettim ve kapının açıldığını anladım. Beyaz önlüğüyle buraya kadar yürüyen kişi bir hayalet olamayacağına göre hemşireydi. Elinde birkaç hap ile su tutuyordu. "Bu kez itiraz etmeden ilaçlarını al olur mu?"
Kirpiklerimi kaldırıp gözlerine doğru baktım. Bir an için aylar öncesinde olduğumu, Karina'yı yeni kaybettiğimi hissettim. "Kimse ziyaretime gelmiyor mu?"
"Doktor kimseyle görüş izni vermiyor, kendinde olmadığını söylüyor."
Doktor... Bu hastanenin sahibi, Edip Akşın'ın arkadaşı... Abimle görüştürmeyeceklerdi beni, engel olacaklardı.
"Eşyalarım geldi mi?" diye sordum bu kez. "Cezaevindeydi eşyalarım."
"Dün dolabına yerleştirdik ya canım." Köşedeki kilitli dolabı gösterdi.
Ah, şimdi hatırlamıştım. Sahiden de gelmişti ama ilaçların etkisinde olduğumdan her şey bulanıktı. Hemşirenin inatla uzattığı ilaca yüz buruşturdum ama o ısrarlı şekilde, "Bak, birisini çağırmak zorunda bırakıyorsun beni," dedi. O birileri... Kollarımdan ve bacaklarımdan tutarak beni yatağa bastırıyorlardı ve mücadelenin sonunda kazanıyorlardı. "Al, iç."
Avucuma koyduğu üç ayrı hapa baktım ve başımı yana eğip dudaklarıma götürdüm. Hep yaptığım gibi dilimin altında saklamaya çalıştım ama çenemin altından tutup, "Dilini kaldır," dedi ve ilaçları orada sakladığımı görünce kızdı. "İyileşmek, acılarını unutmak istemiyor musun? Neden her defasında bunu yapıyorsun?"
Konuşmak üzereyken hapları yutmak zorunda kaldım. "Unutmak istemiyorum!"
"Bağırma yine, hadi uyu biraz."
Su bardağını geri alıp arkasını döndüğü gibi odadan çıkınca yine karanlıkta yalnız kaldım. Burada olduğum her zaman Karina'ma daha çok çekiliyordum, hiçbir yere gidemiyorken onun mezarına gitmeyi düşlüyordum. Bana yardım eden o kadın hâlâ gelmemişti, eğer gelirse belki gece kaçmamı sağlardı.
Kafamın içinde sürekli kızımın çığlıkları ve kahkahalarıyla yaşadığım bu hayatı, yalnızca onu unutacak olmam daha trajik kılardı.
O gece sabah olana kadar çok sancılı geçmişti. Soyut bir sancıdan bahsediyordum. Dokunamadığım, orada olduğunu kanıtlayamadığım ama en derinlerime ulaşmış bir sancıdan. Günün ilk ışıklarını, görmeyen gözlerle ve kirpiğimdeki ıslaklıkla karşıladım. Hasta bakıcıların getirdiği kahvaltıma dokunmadım, komodinin üzerinde dururken camdan dışarıya baktım.
Üzerimdeki uyuşukluktan kurtulamıyordum.
Tuvaleti kullanmak için odanın içinde dolaştım ve dışarıya çıkış saati geldiğinde odamın kapısından, koridora bakarak çıktım. Eskiden karşı odamda Gece olurdu, bu kez orası boştu. Koridorlarda gülen, ağlayan, yoluma çıkan tipler vardı. Aşağı kata inerken elimle önüme çıkan herkesi ittim ve dışarıya çıkınca banklardan birisine oturdum. İki gün önce giydiğim dikey çizgili pijamaların içinde gökyüzünü izledim.
Hani abilerim buradan çıkaracaklardı beni?
Neden hâlâ yapmıyorlar?
Bir saat oturmuşum orada, hiç fark etmedim. Hemşire yaklaşıp kaldırınca beni yürümeye başladım, hastaneye girdim ve üst katlara çıkarken tanıdık birisini gördüm. Günlerdir dönmesini istediğim hemşire, orada bir hastayla ilgileniyordu. İzinden dönmüştü, artık ondan beni buradan çıkarmasını isteyebilirdim. Yanından geçerken onun bakışları şaşkınlıkla bana kilitlendi, bense göz kırptım.
Odama götürüldüğümde yerimde duramadım, sürekli kapının açılmasını, o hemşirenin gelmesini bekledim. Özellikle o hemşireyi çağırırsam şüphelenirler diye korkuyordum. Akşam olana kadar gelen ilaçları almak zorunda kaldım, saatler sonra yatağın ucunda oturup uyuşuk bir zihinle gölgelerin arasında gerçek olanı seçmeye çalıştım.
Bir kahkahası.
Bir çığlığı.
Bir atılan kalbi.
Bir kesilen nefesi.
Nabzımın hızlandığını hissettim, kalbimi iki elimle birden tutarken kapının bir daha açıldığını gördüm. Ellerimi yüzümden indirince kapının ardından o hemşireyi görüp sevindim. “Yolun buraya düşmüş," dedi.
"Kaçmama yardım etmen lazım," dedim derhal, uyuşuk bir zihinle bakarak. "Ne kadar istersen veririm."
"O kadar kolay değil," dedi ellerini hemşire önlüğünün ceplerinde tutarak. "Tüm gözler senin üstünde, kaybolduğun ortaya çıkarsa hepimiz yanarız."
Tırnaklarımı, kendime doğru çektiğim bacaklarıma bastırdım. "Kimse bilmez, daha önce de ortaya çıkmadı."
"Başka bir kız yaptı sandılar, kovdular, hatırlatırım." Kaşlarını çatıyordu, benimle böyle konuşmasına izin verdiğim insanların sayısı çoğaldıkça kinim de büyüyordu.
Gözlerimden okunan çaresizliğimle, "Son kez," dedim. "Kızımın mezarına gitmeyi istiyorum, lütfen yardım et."
Koridordan bir ses gelince o tarafa doğru bakıp sesleri dinledi ve ardından yatağıma kadar yaklaştı. Elini alnıma koyup, "Yanıyorsun," dedikten sonra bir şey düşünüyormuş gibi kafa salladı. "Tamam, yardım edeceğim. Fakat... Bu sefer daha fazla para istiyorum."
"Ne kadar istersen," dedim hemen. "İmkânım olduğu an sana veririm."
Kafasını salladı ve elini alnımdan ayırıp geri çekildi. Heyecanla yüksek çıkan sesime karşı parmağını dudağına yaslayıp, "Sessiz ol," dedi ve ekledi. "Yarın seni çıkaracağım."
"Neden yarın? Bu gece olsun işte!" Sevimli gözlerle bakmaya çalıştım.
Bir bildiği varmış gibi göz kırpıp, "Yarın," dedi. "Emin ol, sen de daha mutlu olacaksın."
Sebebi olup olmadığını düşünürken kaldığım odadan sessizce ayrıldı. O an yarına kadar beklemek öyle zor geldi ki, uyursam vaktin çabuk geçeceğini düşündüm. Bir noktada uyuyakaldım ve uyanınca günün aydınlandığını gördüm. Yeni bir kahvaltı tabağı komodine bırakılmıştı. Ekmek dilimini aldım ve küçük parçalara böldüm. Ekmeği bölerek yeme sebebim Karina'ma da böyle yedirmemdendi.
Biraz sonra gelen hemşire, "Bunlar yeni ilaç," diyerek bana başka ilaçlar içirdi. "Daha iyi olacaksın, uzun süre uyumana yardımcı olurlar."
İlaçları içtikten bir süre sonra zor hareket etmeye başladım. Yatakta uzanıp dolabın altındaki karanlığa bakarak akşamın olmasını bekledim. Hemşire gelip beni çıkaracaktı, Karina'ma gidecektim, sonra da belki abimlere ulaşmanın yolunu bulurdum. Neden gelmiyorlardı? Yoksa artık benden vaz mı geçmişlerdi? Bıktırmış mıydım?
Hava karardığında gözlerimi zor açıp kapatıyordum. Buna rağmen içimdeki neşe balonlarının farkındaydım. Uykuyla uyanıklık arasındaki o çizgide tıkırtı seslerini duyup gözlerimi açtım ve bakışlarımı kapıya kaydırdım. Hemşire içeriye girip bana yaklaştı ve doğrulmama yardım ederken, "Müdür biraz önce ayrıldı," diye fısıldadı. "Güvenlik kamerasını bir tane hastaya bozdurdum, yarın ancak yapılır. Bu gece odandan kiminle çıktığını kameralar yakalamayacak."
Heyecanla ayağa kalkarken, "Teşekkür ederim," dedim.
"Senin için bir sürprizim var."
Ne olduğunu sormadan benimle yürürken, bileğime baktım ve Karina'mın kurdelesinin yanımda olduğundan emin olarak koridora çıktım. Işıklar kapalıydı, yalnız birkaç odadan sesler geliyordu. Beni arkasında tutarak katları indirirken sürekli kendime gideceğim adresi fısıldıyordum, çünkü bu zihin bulanıklığıyla onu unutmaktan da korkuyordum.
Hastanenin arka, güvenlik olmayan kapısından çıkmadan önce hemşirenin kolundaki saatine baktığını gördüm. Sonra kafasını bana kaldırdı ve ben hastanenin arka bahçesine çıkarken, "Sakın parayı unutma," dedi. Ardından hastaneden kaçtığım o kapıyı sessizce kapattı.
Önüme döndüm ve hastane arkamda kalırken yürümeye başladım. Bahçe karanlıktı, yolumu görmem için ilerlemem gerekiyordu. Koştum ve ancak birkaç dakika sonra ayaklarımı görünce çıplak olduklarını fark ettim. Ayakkabı veya çorap yoktu ama umurumda da değildi. Bahçenin etrafındaki duvarın üzerinden tırmanınca arka sokağa düştüm ve dizlerim üzerinden kalkıp etrafıma baktım.
Mezarlığa gittiğim yol...
Sol taraftan koşmaya başladım, saçlarım arkama savurulurken yüzüme rüzgârı yedim. Birkaç sokak ilerledikten sonra kimsenin girmediği bir caddede yürürken buldum kendimi. Kollarımı etrafıma sarıp geniş caddedeki kaldırımda süratle ilerledim, etrafıma bakarak caddenin adını hatırlamaya çalıştım ama tabela bulamıyordum. Bu yüzden ne tarafa gideceğimi bilemiyordum, kafam karışmıştı. Elimi saçlarım arasından geçirirken, araçlara göz ucuyla bakıp önüme döndüm. Karanlık, boş bir caddeydi.
"Soldan mı gidecektim, sağdan mı..."
İkiye ayrılan yola baktım ve sol taraftan girdim. Buradan olduğunu hatırlıyordum, umarım doğrudur. Burası mezarlığa çok uzak değildi, önceleri de bu yüzden kaçabiliyordum. Doğru yola girdiğimi biraz sonra anladım ve sokaklar tenhalaştıkça mezarlığa yürüdüğümden emin oldum.
Mezarlığı hatırladığım için gözyaşlarıyla gülümsedim.
Ama hatırladığım mezarın kızım ait olduğunu bilmek...
Karanlıkta yolu bulmak zor olsa da yaptım, dakikalar sonra kızımın mezarını buldum. Onun yattığı toprağa doğru giderken kendi kendime, Edip'in sıktığı kurşunun hâlâ orada olup olmadığını düşündüm.
O kurşun sahibine dönecekti.
Mezarını bulunca dizlerim titreyip beni onun yanına düşürdü. Ellerim özlemle mezarının üstündeki toprağa dokundu ve yaşamım kadar sürecekmiş gibi gelen acı kendini hatırlattı. "Aşkım," diyerek toprağını sıkıca kavradım. "Aşkım, ben geldim! Ah Karina... O kadar korktum ki yolu unutacağım diye. Hatta seni unutacağım diye de korktum, sürekli birbirimize güldüğümüz, mutlu olduğun anılarımızı düşündüm."
Ellerimle mezarının üstüne uçuşmuş birkaç çöpü temizlerken parmaklarıma sert bir şeyin değdiğini hissedip duraksadım. O sert şeyi alıp görebilmek için havaya kaldırınca da Edip'in sıktığı kurşun olduğunu gördüm. "Bu kurşun sana dönecek," dedim kararlı şekilde. "Bu kurşunu sana iade edene kadar saklayacağım Edip."
Kızımın mezarına kurşun sıkan birisi, yaşasa bizzat ona da kurşun sıkardı.
Yanağımdaki ıslaklığı silip, "Özür dilerim," dedim Karina'ma. "O gün koruyamadım seni. Gözümün önünde yaptı, engel olamadım." Kafamı iki yana salladım. "Aslında, buraya sana veda etmeye geldim. Hastaneden kaçtım, buradan sonra da dayılarını bulacağım, İtalya'ya döneceğim. Karina... Bu, uzun süre için seni son görüşüm olacak."
Buna da küser miydi? Hissediyordum, zaten kırgındı bana. Ayrılacağımız için daha da gücenirse? "Karina, keşke rüyama gelsen, içimi biraz olsan rahatlatsan. Gerçekten çok üzülüyorum, kırgınmışsın gibi hissediyorum." Daha narin şekilde dokundum altında olduğu toprağa. "Rüyama gel Karina, bana güç ver, gücüne o kadar ihtiyacım var..."
"Karmen!"
Bir an sesin ruhumdan geldiğini düşündüm, ellerimi üstüme götürüp ruhumu dinledim ama ses ruhumdan gelmiyordu.
Bu yüzden şaşkınca başımı arkama çevirdim ve geniş omuzların üzerindeki kafayı gördüm. Deren'in parlayan alev gözleri buz kalbime erişti. Nefes nefeseydi, sanki koşup gelmiş gibiydi. Benim burada olduğumu nasıl öğrenmişti? Ne ara gelmişti? Belli ki takip ettiriyordu. Dişlerim titreyen altdudağıma çarparken, Deren'in gözleri üzerimdeki pijamada, çıplak ayaklarımda, ellerimin değdiği mezarda gezindi.
Annesinin sen olduğu bir çocuk düşünemiyorum.
Sen böyle dedikten sonra ben de düşünemiyorum.
Benim de kendinin de burada olduğuna inanamıyormuş gibi üzerime sert bir adım attı. "Kaçacağını hep biliyordum."
Kaçmak... Doğru, kaçmıştım, demek o da bundan korkuyordu. Ben Karina'mı unutmaktan korkarken, o acı çekmememden korkuyordu. Korkularımızın bu kadar farklı olmasına acıyla gülerek, "Yorulmadın mı artık?" diye fısıldadım. "Acı çekmem için bu kadar peşimde dolaşmaktan, her adımımı izlemekten? Ben kaçacağım, bunu biliyorsun. Kızını buldun, artık unut beni. Nil’le ilgile..."
"Kafamda bir sürü soru işareti bırakıp kaçacaksın öyle mi?" Kaçacağımı itiraf etmemle daha da hararetlendi ve bakışları tekinsizleşti. "Ben, her an karşıma çıkan başka gerçekle cebelleşirken, senin hakkında iyi bir şeyler söylesin diye Nil'i beklerken... sen kaçacaksın öyle mi?"
Söyledi mi acaba? Nil iyi bir şeyler söyledi mi?
Ama... bu vakitten sonra fark eder miydi?
Kurşunu yumruğumda ezerek, "Ölmeyi denedim işte," dedim. O an gözleri yer değiştirip koluma kaydı ve nefes alabilmek için dudakları ayrıldı. "Olmadı, ölmedim. Sen de öldürmüyorsun, bırakmıyorsun, dinlemiyorsun, anlamıyorsun..." ağlayarak sustum. "Ne yapayım istiyorsun Deren? Ne yapayım?"
"Ben bile seni öldürmedim!" diye haykırdı gecenin karanlığında. "Sen kendini nasıl öldürürsün!"
Bağıramayacak kadar üzgün hissederek, "Başını salladın," dedim. "Ölsem affederdin beni. Ama denedim, en azından denedim... Biraz olsun affetmedin mi?"
"Ne verdin?" diye gürledi ellerini açarak. Sanki o boş avuçlarıyla hiçbir şey vermediğimi gösteriyordu. "Affetmeyecek olsam bile... Affetmem için ne verdin lan! Pişman bile değilsin!"
Doğru, ne verdim ki?
Ama artık söyleyebilirim değil mi? Zaten korktuğum başıma geldi, hastaneye kapatıldım, artık söyleyebilirim.
"Hem... Sen n'apıyorsun burada? Burası Edip'in seni getirdiği mezar değil mi?" Başını etrafında gezdirip avuçlarımla dokunduğum mezara baktı ve o an mezarın küçüklüğünü fark etmiş gibi irkildi. "Bebek mezarı mı bu?"
Deren... Bebeğimin.
Küçücük değil mi?
Bir düşünsene Nil'in orada olduğunu... Düşünemiyorsun bile değil mi?
Ben de düşünemem, Nil'e kıyamam.
Kalbime giren yoğun ağrı yüzünden kilitlendim ve titreyen dizlerim üzerinde ayağa kalkarken, Deren'in gözleri beni takip etti. Sol ayağımı, sağ ayağımın üzerine bastırarak yıpranmış saçlarımı yüzümden arkaya çektim. "Aslında sizi böyle tanıştırmak istemiyordum," dedim ve elimin tersini hıçkırmaktan kapatamadığım ağzıma yasladım. "Onun gülümseyen bir fotoğrafını gösterecektim sana. Mutlu olduğu bir fotoğrafı. Onu öyle tanımanı isterdim. Şey, dişlerinin hepsi çıkmadığı için gülerken damakları görünüyor, çok komik oluyor..."
"Ne diyorsun?" diyerek araya girdi.
Kızımın üzerindeki yüksek toprağa bakarak, "Bir keresinde sen Nil'i ararken bir eve gitmiştik," dedim durmadan burnumu çekerek. Kalbim yine iki kayanın arasında gibiydi. "Orada çocukların fotoğrafları vardı. Bir tane kızın fotoğrafını almıştım, sana göstermiştim."
Bu konuşulanlar anlamsızmış gibi sessizce durup sonra, "Hatırlıyorum," dedi.
"Çok güzeldi değil mi?" dedim gözlerine bakarak.
Gözlerinde ilk kez masum bir ifade gördüm. Deren'in gözlerinde... Sanki konuştuklarımızı merak ediyor ama anlamıyordu. "Evet, çok güzeldi."
Böyle söylediğinde gülümseyip, "O benim kızım," dedim ve kalbimi tutan o kayaların yuvarlandığını hissettim. Neredeyse bağıracaktım. Öyle özgür hissetmiştim. "O benim kızım Deren." Elimi kaldırıp küçük, bir metrelik mezarı gösterdim. "O kız... Burada, mezarın içinde."
Sanki o kayalar yuvarlanmış yuvarlanmış, dağları, yolları aşıp Deren'in kalbine ulaşmış. Beni serbest bırakan kayalar onun kalbini iki yandan tutmuş, sıkıştırmış.
Söylediklerimden sonra oluşan sessizlik duvarı ne aramızda esen rüzgârla ne de bir ulumayla yıkıldı. Belki de o canavarın gözyaşlarının kim için olduğunu öğrendiğinden şaşkındı.
Herkes öyle diyor ya bana, cani, canavar...
Benim mezarı gösteren parmağım buz tutarken, "Hı?" dedi Deren, kekelediği sesiyle.
"Karina," diye fısıldadım, ona mı kızıma mı bilemeden.
Deren bir daha kekeleyerek, "Karina," dedi.
Kekeledi. Nil'in adını kekelediği gibi, ilk tanışmasında Karina'nın da adını kekeledi.[SE4]
Bu benzerliğe gözyaşlarıyla gülümseyerek, "Kızımın adı bu," dedim. "Karina Russo. Sahte kimliğinde Leylan olduğu için mezar taşında öyle yazıyor." Onun mezarını işaret eden parmağımı kendime çektim ve ellerimi yüzüme kapatıp hıçkırıklara boğuldum. "Kızımı öl... öldürdüler Deren! Mark kızımı öldürdü!"
Yaşlar avuçlarımı doldurup bileklerime indi. Onun kurdelesine kadar dokundu, intiharı hisseden kolumda süzüldü. Dizlerim, beni ileriye düşürmek için titrerken, ağzımdan elime doğru kelimeler çarptı. "Ben seni anlamaktan ötedeyim Deren, ben seni yaşıyorum. Ben... senin düşüncesine tahammül edemediğin her şeyi yaşıyorum. Ben senin iyi ki... başına gelmiş dediğin acıyla hayatta kalmaya çalışıyorum..."
Oysa ne manasız hayatta kalmam, belki intikam almam bile. Hiçbir şey, onu değil, onunla olan bir anımızı bile geri getirmeyecekken... Ellerim, kendime olan kızgınlığımı yansıtır gibi yüzüme vurdu ve üstünde olduğum toprak kaydı. Kalbim buzken ruhumu ateşe çeviren eller, yüzümdeki ellere dokununca derimin altındaki duygular alevlendi. Deren, avuçlarımı yüzümden aşağıya indirerek bana bakarken, gözlerimiz bu sefer bir başka birleşti.
Ruhuma dokunan gözleriydi bunlar.
Saf, masum, anlamamak için direten, kaçan, reddeden, acıyla deliren... Önce tutup aşağıya indirdiği ellerime, ardından yüzüme ve ardından tekrar küçücük mezara bakarak, "Senin?" diye fısıldadı, sanki yanlış duymuş gibi. "Senin kı... kızın mı?"
"Çok haklıydın." Ellerimi ondan çekip o silmediği için kendi gözyaşımı sildim. "Ben kendi çocuğuma eziyet... eziyettim."
Deren'i bir adım geriye doğru sersemleten bu cümlemden bir saniye geçmemişti ki, bir patlama sesi duydum. Gözlerim onun seğiren, simsiyaha dönen gözlerine bakarken büyüdü ve başım önüme düştü. Önce Deren'e, sonra kendime baktım. Ve tekrar bakınca onun tişörtünün önünü boyayan ıslaklığı gördüm. Acımın üstüne ansızın gelen şokla sarsılıp elimi uzattım ama dokunamadan indirdim. "Deren!" diye bağırıp gözlerine tekrar baktım ama onun henüz vurulduğunun farkında olmadığını gördüm. Kıpırdamıyordu, acıyı da mı hissetmiyordu? "Deren, vuruldun!"
İçgüdüsel hareket edip omzunun üstünden bakarken onun önüne geçip vücudunu kendimle kapadım ve karanlıkta üzerimize yürüyen gölgeyi görünce bir daha çığlık attım. "Noah, sen n'aptın!"
"Bu kez bana engel olmaması için önlemimi önceden aldım," dedi Noah.
Üzerimize büyük adımlarla geliyor, elindeki silahı hâlâ kurşun sıkacakmış gibi tutuyordu. Ona karşılık vermeden önceliğime döndüm ve Deren hâlâ aynı ifadeyle, yarasının farkında olmadan bana bakarken üzerindeki tişörtü yakasından yırtıp, parçaladığım kısmı yarasına bastırdım. Kurşun sırtının yanından, belinin biraz üstünden girmişti ama karanlıkta yaranın yoğunluğunu seçemiyordum. Telaş içinde en azından akan kanı durdurmaya çalışırken, "Deren!" diye çığlık attım bir daha. "Kurşun içeride mi? Çok acıyor mu, bir şey söyle?"
Deren, vücudu kurşun yarası yüzünden titreyip arkaya sendelemesine rağmen yalnız bana bakarak yutkunurken, kolumun arkasından çekildiğimi hissettim. Bunun Noah olduğunu, beni göğsüne yaslayıp uzaklaştırmaya başladığında anladım. Abime olumsuz manada kafamı sallayıp tekrar Deren'in yarasına dokunmaya çalışırken, "Ona asla zarar verme demiştim!" diye bağırdım abime, öfkeyle. "Bana zarar verirsin demiştim!"
Beni mezardan, Deren'den uzaklaştırırken, "Gidiyoruz," dedi, emreder bir sesle. "Fırsatını yakaladık, artık gitme vakti."
Kafamı kaldırıp abime baktığımda, o da gözlerini indirip bana güven verircesine gülümsedi. Kalbime döşediği o güvene rağmen başımı çevirip gözlerini benden ayırmayan Deren'e baktım. Yarasını bile tutmuyordu. Abim beni yürümeye zorlamak için önüme döndürdüğünde, Deren'in bakışları abimi yeni fark ediyormuş gibi onu buldu ve kafasını iki yana sallamaya başladı. Bize doğru yürüyerek, "Yaralı kolundan tutuyorsun," dedi, sonra adımları kendiliğinden durdu. Vurulduğunu anlamış gibi gövdesine bakarken ağzından bir büyük nefes sızdı. Elini ancak o zaman yarasına bastırarak, "Gidemezsin," dedi. "Bu söylediklerinden sonra... Gidemezsin, arkanda bu kadar şey bırakıp gidemezsin!"
Noah omzunun üstünden arkasına bakarak, "O bir kez olur," diye bağırdı. "Kardeşimi bir kez benim olduğum yerden alırsın, ikinci kez olmaz."
Ayaklarımı yere sabitlemeye çalışıp kendimi yürümemek için geriye iterken, "Bırak Noah!" diye çığlıklar attım. "Yarasına bakayım, sonra gideriz! Ölürüm de bu yarayla bırakmam onu!"
Abim yüzünü yüzüme yaklaştırıp itiraz istemeyen bir tonda bağırdı. "Yaşamın sözlerinden ileride gelir, bunu anla artık."
"Yaşamımın ne olduğunu biliyor musun? Kalbimin her şeye rağmen neden attığını! Bırak, yarasına bakayım, bırak!"
Noah, "Artık gitme vakti," diye yineledi ve beni daha sert çekerken, omzumun üstünden bir daha dönüp baktım. Deren üzerimize doğru geliyordu ama yara yüzünden istediği kadar hızlı olamıyordu. Gözleri günler sonra ilk kez nefretten, kinden başka şekilde bakıyordu. Sırf bunun hatırına kalmak isterdim ama... gitmekten başka çarem yoktu benim.
"Bir adım daha atarsan tekrar vururum!" Abim, arkasını dönüp beni de sırtına çekti ve silahını Deren'e doğrultarak haykırdı. Çığlık atıp yumruğumu onun sırtına vurdum, kendimi çekmeye çalıştım ama bileğimi asla bırakmıyordu. Deren tam silahın hizasında, kendini kaybetmiş şekilde yürümeye devam ederken, "Kolu," dedi bir daha. "Yaralı kolundan tutuyorsun!"
Abim Deren'in ne dediğini duyuyormuş gibi bana döndü ve tuttuğu koluma bakıp irkildi. Kaşlarını çatmıştı ama sanki bununla ilgilenmeye vakti yokmuş gibi tekrar Deren'e dönüp bağırdı. "Kardeşimi alıp gideceğim, ailesine götüreceğim. Siktiğimin intikamın umurumda değil! Kardeşimden uzak dur!"
Deren, abim ona silah doğrultmuyormuş, vurmakla tehdit etmiyormuş gibi ayaklarını buraya sürürken, "Gidemez!" dedi, abim gibi bağırarak. Sonra nefesi kesilince, abimden daha güçlü kurtulmayı deneyerek, "Ambulans ara!" dedim çaresizce. "Lütfen ambulansı ara Deren."
Abim İtalyanca küfrederken, Deren'in gözleri bana kaydı ve cehennemin ortasındaymış gibi bir panikle, "Gidemezsin," dedi bir daha. "Kafamda böyle bir cehennem, bende böyle bir yara bırakıp gidemezsin."
"Sana, bir adım daha atma demiştim." Noah'ın silahından ateşlenen ikinci kurşunu gördüğüm an, kendimi o silahın önüne atmayı düşündüm ama kurşun hedefine ulaşınca ancak bağırabildim. Bu kez kurşunun Deren'in neresine bile saplandığını göremeden Noah tekrar arkasını döndü, beni beraberinde çekerek delicesine bir süratle koşmaya başladı. Kafamı arkamda tutarak gözyaşlarım içinde Deren'e baktım ve onun arkamızdan kükrediğini gördüm. Silahını belinden çıkardığını o an fark ettim ama onu sıkamadı, Noah'a hedef alamadı. Boşluğa doğru sallayıp, "Gitme!" diye bağırdı bana. "Karmen, gitme!"
Gitmek o an seçimim değildi. Noah uyuşuk bedenimi hiç yılmadan, ayakları biraz bile yavaşlamadan çekiyordu. Deren, kendini yavaşlatan kurşun yaralarına rağmen arkamızdan gelse de abimin hızına yetişmesi mümkün olmadı. Kükreyişleri yankılı bağrışlara, uzun boyu karanlıkta kaybolan bir gölgeye dönüşene kadar ona baktım. "Neden vurdun Noah? Bana hiçbir şey yapmıyordu. Konuşuyorduk, ona çok önemli şeyler söylüyordum!"
"Burası senden bir enkaz yarattı. Ben Karmen Russo'yu geri istiyorum. Bu yüzden ait olduğun yere döneceksin."
Abimin duygusal sesine rağmen yumruklarımı öfkeyle koluna geçirdim, ona asla davranmayacağım şekilde davrandım. Arkamı dönüp bir daha Deren'e baktım ama karanlıkta tamamen kaybolmuştu. Noah'ın ceketini çekiştirip, "Karmen Russo olduğumda cezasını vereceğim ilk kişi sen olacaksın," diye bağırdım.
"Senin bu perişanlığındansa Karmen Russo'nun acımasızlığını tercih ederim."
İtirazlarım, bağrışlarım Deren'in yanında kaldı ve şiddetli ağlamadan sonra gelen iç geçirmelerim başladı. Duygusal fısıltılarımı duyan abim bir noktada eğilip beni bacaklarımın altından, belimden tutarak kucağına aldı. Kafam onun göğsüne düşünce öfkeyle gömleğini tuttum ama o öfkem karşısında sakin olup saçlarımdan öptü. "Her şey senin için kardeşim."
"Abi, kızımı istiyorum, Deren'i de istiyorum..."
Noah bir şey dediyse de duyamadım, onun kucağında ilerlerken göğsüne sığındım. Mezarlıktan onun kollarında çıktım ve aklımı, kalbimi arkamda bırakarak bir sese doğru ilerledim. Bir ses geliyordu, uğultulu, gürültülü bir sesti. Abimin kollarında oraya gidiyordum. Ama o kadar uyuşmuştum ki, gözlerimi açıp bakamıyordum. Noah'ın hiç yavaşlamayan adımları o sese daha da yaklaştı ve dakikalar sonra yoğun rüzgâr saçlarımı uçuştururken, kulaklarım gürültüden acıdı.
Gözlerimi güçlükle açıp baygınca baktım.
Bir pervane gördüm, sesin nereden geldiğini de. Geniş, yeşillik arazinin üzerine inmiş özel uçak ve etrafa dağılmış arabalar, takım elbiseli adamlar vardı. Kollarım Noah'ın boynundan düşerken, uçağımızın önünde ellerini iki yana açmış dikilen Dante'yi gördüm. Aileme olan bağlılığım damarlarımda zonkladı ve Russo kanı etrafımı sardı. Yaklaştıkça Dante'nin yüzündeki gülümsemeye şahit oldum ve Noah beni helikopterin merdiveni önüne bıraktığında, kollarımdan tutan ortanca abim oldu. Zarafetle gülümseyip alnımdan öptü. "Harika görünüyorsun bebeğim."
Sayıklar gibi, "Yalancı," dedim.
Sırıtıp elimden tuttu ve beni helikopterin merdivenlerinden çıkarırken, Noah arkamızda kalarak korumalara seslendi. Uçağın içerisine ulaşmamı sağlayan son adımı da attım ve kafamı çevirdiğimde, koltukta oturanın Salvador olduğunu gördüm. Onun, her zaman hepimizden daha tavizsiz, kararlı gözlerine seneler sonra ilk bakışımdı. Koltuğundan kalkıp bana doğru yürüdü. Kollarımdan tutup kendisine çektikten sonra da elimin üstünden, sevgiyle öperek gülümsedi. "Geç kaldığımız için bizi affet."
Ve sonra ben, onun kolları arasında yere yığılırken helikopterin pervaneleri Russoları İtalya'ya götürmek için dönmeye başladı.
BÖLÜM SONU.
Yorumlar yükleniyor...